14 MART TIP BAYRAMI
14 Mart 2005 Pazartesi
Dr. Sadık Özen
Bugün 14 Mart Tıp Bayramı. Ülkemizde, Tıp Meslek öğreniminin ilk başladığı gün. Bunun tarihi sürecini uzun uzun anlatmayacağım, Çünkü değinmek istediğim daha önemli konular var. Yalnız, şu kadarını yazmam galiba zorunlu. İlk Tıp Mektebi, 1827 yılında, Mekteb-i Tıbbiyye-i Askeriye-i Şahane adı altında kuruldu. Hekimler için büyük bir onur kaynağı olan bu ismin anlamı büyüktür. Zira, devletin hekimlere bakışını ve verdiği değeri ifade eder. Bu isim, hekimler kadar, toplumdaki bütün insanların ilgisini çekmiş, beğenilerini kazanmış, bu şerefli mesleğe ve mensuplarına saygı duyanlar çocuklarını iyi birer hekim olarak yetiştirebilmek için çaba göstermişlerdir. Bu moral değerler içinde, çok büyük hekimler yetişmiş ve aralarında dünya tıp literatürüne ismini yazdıranlar olmuştur. Toplumun kendilerine verdiği değere layık olabilmek için ellerinden gelen çabayı göstermişlerdir. Günümüzde de, büyük başarılara imza atan ve ismini dünyanın dört bir köşesine duyuran değerli hekimlerimiz var. Onları saygı ile anıyorum.
Ancak, son yıllarda, toplumun bütün kesimlerinde olduğu gibi, tıp mesleğinde de büyük bir yozlaşma başladı. Hekimler, sahip oldukları moral değerlerden uzaklaşıyor ve tıp mesleği, günden güne ticari meslekler arasına kayıyor. Bunun sorumluluğunu sadece hekimlerin omzuna yüklemek büyük bir haksızlık olur. Baş sorumlu; hekimine sahip çıkmayan ve gereken önlemleri almayarak, hekimini yoksulluk sınırının altına yaşamaya mahkum eden siyasi iktidarlardır. Hekimini, dinlenmesine bile izin vermeden, bir günde yüzden fazla hastaya bakmak zorunda bırakan, onu köle gibi çalıştıran, yasa dışı isteklere boyun eğmeyeni sürgüne gönderen, sonra da verimsiz diye acımasızca eleştiren yine onlardır.
İkincisi; gece-gündüz, tatil–bayram demeden büyük bir özveriyle kendisine hizmet sunan ve sırasına canını kurtaran bu insanlara, gereken saygının gösterilmemişidir. Bunda, hekimler aleyhinde yapılan abartılı söylentilerin ve özellikle siyasetçilerin yarattıkları populist tutumların rolü vardır. Hekimine sırtını dönen, hakaret eden, hatta küfrederek dövmek için üzerine yürüyen, bazı bilinçsiz bireylerin sayısı artmaktadır. Oysa ki; hekimler de, bu toplumun bireyleri ve aynı dokunun bir parçasıdırlar. Genel olarak toplumda yaşanan olumsuzluklardan onları soyutlamak mümkün değildir. Hekimler, iyi ve kötü olan ne gibi nitelikleri varsa onu bu toplumdan aldılar. Çıkarcılığın, sorumsuzluğun, sevgisizliğin kaynağı aynı: etik değerlerde yozlaşma. Hekimleri tüccarlığa özendiren, onu bıçak parası almaya alıştıran ve ona, daha birçok olumsuzluğu aşılayan bu toplum. Dolayısıyla, yaşanan olumsuzluklardan sadece hekimler sorumlu tutulamaz. Eğer toplumsal olarak bu şeyler düzelirse, hekimler de kendilerine gereken çeki düzeni vereceklerdir.
Üçüncüsü: yeterli eğitim koşulları sağlanmadan, her ilde bir tıp fakültesi açılması zihniyetidir. Siyaset, iyi nitelik arama yerine, sayı çoğaltmayı ön plana almıştır. Tıp fakültelerinin çoğunda “Tıbbı Deontoloji” dersleri okutulmamaktadır. Bu koşullar, tıp hocalarına, öğrencilerini iyi yetiştirebilme olanağı vermemektedir. Böylece, tıp etiği değerlerini yeterince özümsemeyen hekimler yetişmekte ve tıp mesleği gittikçe yozlaşmakta, yaşanan olumsuzluklarda hekimlerin bizzat kendileri de rol almaktadır.
Bu yere gelinmesinde, hekim sorunlarıyla ilgilenmek yerine, kendilerini ideolojik akımlara kaptıran Tabip Odaları’nın hatalı tutumlarını da yabana atmamak gerekir. Bunun son örneği, en çok sayıda üyesi olan bir oda başkanımızın, Amerikan emperyalizmini protesto için Suriye’ye gitmesidir. Biz de, başta Amerika olmak üzere her türlü emperyalist güç ve baskılara karşıyız. Ancak; ulusal, mesleki, sağlık sorunlarımızın ve özlük haklarımızın öncelikle ele alınmasından yanayız. Yani, önce kendi söküğümüzü dikelim, ulus, insan ve tıp mensubu olarak önce kendi hak ve sorumluluklarımızı bilelim ve ulusal değerlerimize sahip çıkalım diyoruz.
Birkaç sene öncesine kadar, öğrencilik yıllarımdan başlayarak 14 Mart’ları büyük bir içtenlikle kutlardım. Bu günler, bir hekim olarak benim büyük bir onur kaynağımdı. Yaş günü kutlamasından bile önemliydi. Ben ve arkadaşlarım, bayram günlerini yaşayan çocuklar gibi sevinirdik. Aile çevremiz, yakınlarımız ziyaretimize gelerek veya telefon ederek bayramlarımızı kutlarlardı. Hastalarımız çiçek gönderirlerdi. Tabip odamızın düzenlediği etkinliklere katılır, baloya gider, eğlenir ve mutlu olurduk. O günler, önemini ve değerini her gün biraz daha yitirerek bu günlere gelindi. Umutlarımızı yitirmeye başladık. Beklentilerimiz kayboldu. Bizim için önemi büyük olan bu 14 Mart gününde, kendimizi karanlıklar içinde görüyoruz.
Bu kutsal mesleğe sahip çıkmaları, onu yuvarlanmak üzere olduğu uçurumdan kurtarmaları için devletime sesleniyorum. Tıp mesleği, yeryüzündeki mesleklerin en soylusudur, hekimler de, saygınlığı olan insanlardır. Hipokrat’tan ve İbni Sina’dan beri dünyanın her yerinde bu değerler aynıdır ve değişmez. Bu ülkenin, hekimlere olan ihtiyacı her zaman vardır ve hiç bitmeyecektir. Siyasi manevraları bir tarafa bırakın, hekimlerinize sahip çıkın, onların onurlarını kırıcı laflar etmeyin, maddi kaygılardan kurtulmaları için önlem alın, onları sevin.
Tabip Odalarımıza sesleniyorum: kişisel düşüncelerinizi oda dışında gerçekleştiriniz, odamızı siyasete alet etmeyin, ideolojik akımlardan uzak durun. Birinci görevinizin, hekimleri temsil etmek olduğunu, onların hak ve sorunlarını savunmanız gerektiğini, bütün hekimleri, çatınız altında birleştirmeniz gerektiğini unutmayın. Çözümü, kavga etmek ve sokağa dökülmek yerine, ilgililerle iyi iletişim kurma yoluyla bulmaya çalışın. Bir kere de; teslimiyetçi değil, ama kavgacı da değil, uzlaşmacı olma yolunu deneyin. Umutlarımızı tümüyle yitirmeyelim. Bugün karanlıklar içinde kalsak bile, bir gün güneş doğacaktır.
Değerli basınımıza sesleniyorum. Aranızda son zamanlarda, bizimle uğraşanların sayısı arttı. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz” sözünü bile elimizden almaya, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda Askeri Tıbbiyelilerin şehit düştüğünü yalanlamaya kalkışanlar var. Bu moral değerler ulusaldır ve hepimizindir. Tıpkı, İzmir’de düşmana ilk kurşunu atan Gazeteci Hasan Tahsin gibi. Bu değerlerimizi yitirmek, sadece düşmanlarımızın işine yarar, korumak ise hepimizin görevidir. Kamusal görev yapan meslekler olarak, birbirimize karşı değil el ele olmak zorundayız.
14 Mart Tıp Bayramımız hepimize kutlu olsun.
**DOKTORLARIN 12 Mart 2005 Cumartesi PLAKET TÖRENİ**
Dr. Sadık Özen
14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri içinde, Antalya Tabip Odamız, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi ile birlikte, 10 Mart günü saat 20.30’da, Üniversite Atatürk Konferans Salonu’nda; otuz, kırk, elli, elli beş ve altmışıncı meslek yılını dolduran hekimler için bir plaket töreni düzenledi. Tıp Fakültesi Sayın Dekanı ile Antalya Tabip Odası Başkanı’nın ev sahipliği yaptığı organizasyon, bazı eksik ve aksak yönlerine rağmen güzeldi. Kendilerini kutluyorum. Ancak, böyle bir törende saygı duruşu yapılmayışını ve İstiklal Marşımızın okunmayışını önemli bir eksiklik olarak gördüğümü de vurgulamak istiyorum. Bunda kasıt aramak doğru olmaz, olsa olsa bir organizasyon kusuru olarak kabul edilmelidir. Bir dahaki yıllarda dikkate alınması iyi olur. Benim, bu konuyu burada dile getirmekteki amacım da budur.
Plaket almaya eşleriyle ve bazı aile yakınları veya dostlarıyla birlikte gelen hekimler çok şık giyinmişlerdi. Mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Gözleri pırıl pırıldı. Plaketlerini mutlulukla aldılar, kısa ve özlü sözcüklerle duygularını salonda bulunanlarla paylaştılar. Önce, meslekte otuz yılını dolduranların plaketleri verildi. Sırasıyla: kırk, elli, elli beş yaşını dolduranların adları okundu. Sıra kendisine geldiğini görenler kürsüye heyecan içinde geldiler. Ülkesine bunca yıl hekim olarak hizmet etmiş olmak az şey mi? Plaketini alanların, adeta ilkokul diplomalarını aldıkları günkü kadar duygusallaştıklarını izlemek görülmeye değerdi. Bu değerli meslektaşlarımı gönülden kutluyor ve kendilerine sağlıklı ve uzun ömürler dileyerek başarılı çalışmalarını sürdürmelerini, ileri yıllarda, daha uzun meslek yaşamları sonunda nice plaketler almalarını diliyorum.
Plaket verileceklerin neredeyse yarısına yakını törene katılamadılar. Mazeretlerinin olabileceği kadar, duyurumun zamanında yapılamamış olması da bunda rol oynamış olabilir. Zira, plaket alacak olanlar, Tabip Odası tarafından aynı gün içinde haberdar edildiler. Oysaki, bu gibi durumlarda bir hazırlık dönemi hesaba katılmalıdır. En azından, bazı önceden planlanmış şeylerin veya verilmiş sözlerin ertelenmesi gerekebilir. Bu ise, ancak zamanında haber edilmekle mümkün olabilir. Dileriz, gelecekte bu tür kusurlar işlenmez.
Ben, 40. meslek yılımı 1998 yılında doldurmuştum. Bir türlü anlayamadığım bir nedenle o yıl meslekte 40. yılını dolduranlara plaket verilmedi. Dolayısıyla, tıbbiyeden aynı yıl mezun olduğumuz birkaç arkadaşımla birlikte bu haktan mahrum bırakıldık. Bu durumu, her ne kadar hoşgörüyle karşılamaya çalışsam da içimde hala bir burukluk olduğunu söyleyebilirim. Zira, ben mezun olduğum günden bugüne kadar odama karşı kusur işlememiş ve üyelik görevlerimi eksiksiz olarak yerine getirmiş bir hekimim. Ama, o yıl Ankara’da yaptığımız 40. yıl kutlamasında TTB Genel Başkanı Sayın Dr. Füsun Sayek’in imzasını taşıyan bir plaketi aldım. Yani, kendi odam vermemiş olsa bile, benim de bir 40. yıl plaketim var.
1988 yılında 14 Mart Tıp Balosu Sera Oteli’nde yapıldı. Ben, o yıl 30. meslek yılımı doldurmuştum. Dönemin Başbakanı Sayın Turgut Özal balomuza katıldı ve plaketlerimizi bize o verdi. Plaketimi alıp masama döndüğümde, yanımda bulunanlar bana “Plaketi hemşehrin olan bir başbakanın elinden aldın. Bu senin için ayrı bir mutluluktur” demişlerdi. Bense onları şöyle yanıtlamıştım. “Mümkün olsa bu plaketi ilkokul öğretmenimden veya eşimden almak isterdim.” Hala bu sözlerimin arkasındayım. Ancak, çok değerli ve annem kadar sevdiğim öğretmenim artık yok. Allah ömür verirse üç yıl sonra 50. yıl plaketimi alacağım. Bu plaketi sevgili eşimin elinden almak istediğimi şimdiden herkese ilan ediyorum. Zira, hekimlik yaşamım boyunca, her türlü sıkıntıyı onunla paylaştım. Eğer, başarılı bir hekim olabildiysem bunda onun büyük payı var.
Tören sırasındaki en heyecanlı ve coşkulu an, değerli ağabeyim Dr. Muzaffer Ertuğ’un plaketini almak üzere davet edildiği andı. 60 yaşlık hekimlik yaşamını dolduran Muzaffer Ağabey, vakur adımlarla ve başı dimdik sahneye doğru yürüdü. Aklı, belleği ve fizik yapısı gençlik yıllarındaki kadar mükemmeldi. Dakikalarca ayakta alkışlandı. Antalya’ya bir hekim olarak büyük hizmet veren bu değerli ağabeyime karşı her zaman büyük saygı duymuş ve onu örnek almaya çalışmışımdır. En küçük kardeşi sınıf arkadaşım, kendileri de ihtisas hocam Dr. Necdet Okan’ın sınıf arkadaşı olan Muzaffer Ağabeyimi kutluyor ve bir kere daha en derin saygılarımı sunuyorum.
Tören sonrasında değerli iki meslektaşımın sundukları müzik dinletisi de büyük bir emek mahsulü olup, mükemmel denilebilecek bir düzeydeydi. Tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum.