Afrika, gerek toprak üstü gerekse yer altı zenginlikleri ve insan gücü bakımından dünyanın en büyük, hem de en bakir kıtası. Bu yüzden, sürekli olarak, batılıların ilgisini çekmiş ve iştahını kabartmış. Ve ne acıdır ki, sözde insan hak ve özgürlüklerinin öncülüğünü yaptıkları palavrasını atanlarca acımasızca sömürülmüş. Bu sömürü düzeni hala devam ediyor. Afrikalılar, gerçek anlamda bir bağımsızlığa bir türlü kavuşamıyorlar. Bunda en büyük etken, yeterli bir kültürel yapıya sahip olamayışları. Batının vahşi kapitalizmi, Afrikalı’nın vahşi fiziksel gücünü esir almış. Zavallı halk, batılılarca beyinleri yıkanarak köleliğe alıştırılmış bir kere. Bilgisizlikleri, becerisizlikleri, yoklukları, çaresizlikleri alabildiğine istismar edilmiş ve hala da ediliyor. İnsan olmanın bilincini kazanmaları bile önlenen bu insanlar, ellerinde işe yarayan neleri varsa alınıp yoksullaştırılmışlar.
Ama, bütün bunlara karşı Afrika, hala keşfedilmemiş bir maden gibi. Aslında, insani değerler açısından üstün sayılabilecek bir ırk yaşıyor burada. Dünyanın en büyük futbolcuları, sporcuları ve atletleri buradan çıkıyor. Sömürgeciler; bu yeteneklerin eline bir pasaport, bir kimlik ve birkaç kuruş da para vererek kendi tebalarına geçirip, Allah vergisi bu değerleri kendi adlarına ve çıkarlarına kullanıyorlar.
İstanbul’un fethinden sonra Osmanlılar, Cezayir ve Tunus’dan başlayarak Afrika’nın içlerine kadar uzanmış, Bangladeş, Somali ve Etiyopya ve daha birçok Afrika ülkesine Türk ve Osmanlı kültürünü götürmeye çalışmışlar. Sömürgecilerin çıkarlarının zedeleneceği korkusu, Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi onları yeniden birleştirmiş ve bir taraftan Osmanlı egemenliği önlenirken, bir taraftan da Afrika halklarının uyanmaması için yeni stratejiler geliştirilmiş. Asırlar boyu yaşanan egemenlik savaşları yeterli sonuçlar vermemiş ve bazı coğrafik haklar elde edilebilmesine rağmen, ne yazık ki ekonomik egemenliğe kavuşulamamıştır.
Bu süreçte ortaya çıkan Mandela ismi adeta bağımsızlığın sembolü gibi görülmüştür. Bir zamanlar, Afrika halkının kurtarıcısı gibi görünen bu kişiyi alkışlayanlar arasında ben de vardım. Maalesef, bu konuda ulusça büyük bir yanılgıya ve hatta ihanete uğradık. Mandela denilen bu adam, Mustafa Kemal Atatürk adına, kendisine verilmesi kararlaştırılan Dünya Barış Ödülü’nü almak için Türkiye’ye gelmedi ve bu ödülü büyük bir küstahlıkla reddetti. Gösterdiği gerekçe, Türkiye’de bazı etnik gruplara karşı soykırım yapıldığı iddiasıydı. Yani büyük bir yalandı. İşte, o günden beri, bir Türk vatandaşı olarak ben bu adamdan nefret ediyor ve ülkemin başbakanının bu tutarsız ve yalancı adamı ziyarete gitmesini istemiyorum. Benim gibi milyonlarca vatandaşımın bu duygularımı paylaştıklarına inanıyorum. Sayın Başbakanımızın da bizim gibi düşünmesini isterdim.
Atatürk ilkelerini içine sindirmiş insanlar olarak, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” görüşünün savunucusuyuz. Başta komşularımız olmak üzere, bütün dünya ülkeleriyle dostluk ilişkileri kurulmasından yanayız. Afrika ülkeleriyle yakınlaşma konusunda da düşüncemiz aynıdır. Uzun yıllar ihmale uğramış olan ilişkilerin canlandırılması ve daha ileriye götürülmesi gerekir. Bu konuda akılcı planlar yapılmalı ve uygulamaya konulmalıdır. Ama, unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır: Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük bir devlet olduğu ve kendisine yapılan onur kırıcı davranışları asla unutmayacağı. İşte bu nedenle, bütün Afrika karış karış gezilse bile Mandela’nın ziyaretine gidilmemelidir. Çünkü, bu adama haddinin bildirilmesi gerekir.