Her 18 Mart günü, yıldönümünü kutladığımız Çanakkale Savaşı, tek bir savaş olmayıp, İtilaf Devletleri ile Türkler arasında yaşanan ve fiilen 8,5 ay süren kanlı savaşlar zincirinin doruk noktasıdır. 1911-12 İtalyan ve 1912-13 Balkan Savaşlarıyla güçsüz düşen Türk Donanması’nın zafiyetinden yararlanan İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak için harekete geçmişlerdir. Böylece, Rusya ile doğrudan bağlantı kurularak, onlara silah ve malzeme yardımı yapılırken, diğer taraftan da, güneyde Irak ve Filistin cephelerinden hücum edilerek Türkiye bir ateş çemberinin içine alınacaktı. Bu yolla, Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki Türk baskısı kaldırılmış olacak; savaşa katılmak istemeyen Balkan devletleri, İtilaf devletleri yanında yer almaya zorlanacaktı.
Bu dahiyane plan, İngiltere Bahriye nazırı Churchill tarafından hazırlanmış ve başta Fransızlar olmak üzere İtilaf Devletleri’ne kabul ettirilmişti. Yapısı bakımından, savunmaya elverişli olan boğaz, Türkler tarafından mayınlanmıştı. Tabyalar, toprak ve taşla. Zırhlı veya betondan tabya yoktu; ayrıca birçok sahte mevzi yapılmıştı. Savunma düzeni, dış, orta ve iç bölgeler olmak üzere üçe ayrılmıştı. Bunların kumandası Miralay Cevdet Bey’de idi.
Savaş ilanından birkaç gün sonra, 3 Kasım 1914’te İngilizler, Seddülbahir ve Kumkale tabyalarını topa tuttular. 19 Şubat 1915’te boğazın dış tabyaları tahrip edildi. Ayrıca, karaya çıkarılan askerler, tahrip işini tamamladılar. Bu harekâtta Türkler, 19 top kaybetti. Dış savunmanın düşmesi, bazı ülkelerde büyük yankılara yol açtı. Aynı ittifak içinde olduğumuz Bulgaristan, çekingen bir durum aldı. İtalya, İtilaf devletlerine meyletti. Yunanlılar’ın İstanbul’a girmelerini istemeyen Ruslar, Türkler’e 40 bin kişilik yardımcı bir kuvvet göndermeyi teklif ettiler. İngilizler ve Fransızlar bu dayanışmayı önlemek üzere boğazları Ruslara vermeyi vaat ettiler. Bundan sonra, büyük taarruzun, Marmara Denizi’ne geçmek amacıyla, Fransız ve İngiliz savaş gemileri tarafından, 18 Mart 1915’te yapılması planlandı. Orta savunma tabyaları, sürekli olarak bombardımana tutuldu. Dış hatlara komandolar çıkarıldı. Boğazdaki mayın tarama ve temizleme işi başarıyla yürütüldü. Savaş sırasında Türkiye, müttefiklerinden beklediği yardımı göremedi. Sadece Alman subayları, Türk subayları yanında görev aldılar. Avusturya’nın yardımı ise iki bataryadan ibaret kaldı. Beklenen silah ve malzeme yardımı sağlanmış olsaydı, sonuç çok daha farklı olabilirdi.
Fakat, 7- 8 Mart gecesi, Yüzbaşı Hakkı Bey kumandasındaki Nusret Mayın Gemisi, gece karanlığından yararlanarak, gizlice yaklaştığı İngiliz zırhlılarının gölgesi altında bölgeye tekrar mayın döşedi. 18 Mart 1915’te boğaza girerek, tabyaları ateşe tutan İtilaf kuvvetlerinin 16 harp gemisi, gerek mayınlar ve gerekse bataryaların atışları ile infilak ettirilerek batırıldı ve düşmanlar geri çekilmek zorunda kaldılar. Konu ile ilgili daha çok ayrıntıya girmek istemiyorum. Belirtmek istediğim asıl husus, bu savaşı çıkaran emperyalist ve sömürgeci devletlerin amacının, tıpkı Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi Türk Ulusu’nu yok etmeye yönelik bir soykırım hareketi olduğudur.
Türkler, Çanakkale, Irak ve Filistin Cepheleri’nde, sayıları bir milyonu aşan düşman askerlerine karşı savaşmışlar ve “Çanakkale geçilmez” sözünü bütün dünyaya kabul ettirmişlerdir. Askerlerimiz, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” sözünü, gözlerini kırpmadan yerine getirmiş ve vatanları uğruna şehit olmuşlardır. Dost – düşman bunu unutmamalıdır. Türk Ulusu, gerektirdiğinde aynı cesareti ve aynı kahramanlığı gösterir, vatanı için seve seve canını verir ve şehit olur. Bu gerçeği değiştirmeye kimselerin gücü yetmeyecektir. Türk Ulusu’nun yapısında tutsaklık yoktur. Egemenliğimizi baskı altına alacaklarını sananlar avuçlarını yalar.
Bu kutsal 18 Mart gününde, şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyor ve her zaman Ulu Atatürk’ün yanında ve yolunda olduğumuzu yinelemek istiyorum.