ABD ile Türkiye arasında kökü 60-70 yıl öncesine dayanan dostluk ilişkileri vardır. Dostlukların çıkara dayalı olmaması gerektiği söylense bile, uluslararası ilişkilerde dostluklar karşılıklı çıkar esasına dayanır. Bu dostluklar; devletler arasındaki sözleşme ve antlaşmalarla kurulmakta ise de uzun süreler devamı iki taraf halkının benimsemesiyle kuvvet bulur. Zaman zaman halk arasında istenmeyen durumlar yaşanmasına karşın Türk-Amerikan dostluğu uzun yıllar yaşatılmıştır.
Bunda, işbaşında bulunan hükümetlerin, özellikle de başkanların izlediği politik yaklaşımların rolü vardır. Ülkeleri temsil eden Büyükelçilerin de büyük paylarının olduðu kesindir. İki taraf halkının katılımıyla kurulan dostluk cemiyetlerinin önemi ise göz ardı edilemez. Nitekim Türk-Amerikan Dostluk Cemiyeti’nin, ülkelerimiz arasındaki dostluk bağlarının korunmasında büyük katkları olmuştur.
Zaman zaman uygulanan yanlış politikalarla, “Çirkin Amerikalı” görüntüsü yaratılmış ve “Go home” sloganları atılmış olsa da, temelde iki ülke arasında, iki tarafın da sürdürmeye zorunlu oldukları bir dostluğun olduğu inkar edilemez.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Rusya’nın Türkiye için büyük bir tehdit oluşturduğu dönemde bu dostluk ilişkileri daha da büyük önem kazanmış, Nato ve Cento gibi ittifakların kurulmasına öncülük edilirken, bir taraftan da “İkili antlaşmalar” yapılmıştır. Bütün bunlarla, “Stratejik Ortaklık” tan bahsedilecek bir durum oluşmuştur. Amerika’ nın büyük ve zengin devlet oluşu yanında, Türkiye’nin Avrupa, Asya, Afrika kıtaları arasındaki köprü olma konumu ve özellikle de Orta Doğu ve Sovyetler Cumhuriyeti’nin yıkılmasıyla kurulan Orta Asya Devletleri, hatta Çin ve Japonya gibi Uzak Doğu Ülkeleri ile ilişkileri, stratejik açıdan büyük önem taşımaktadır.
Özellikle Kennedy ve Clinton’un başkanlık dönemlerinde Türk-Amerikan dostluğu büyük bir aşama kaydetmiştir. Dostluk; yönetimlerin izlediği politikalar dışında, halkların ilgisiyle daha büyük bir etkinlik kazanmıştır.
Türkler, Clinton’un acı ölümünü yüreklerinde hissetmişler ve sanki yakın akrabalarından birini kaybetmiş gibi üzülmüşlerdir. Clinton ise, gerek politik yaklaşımı, gerekse kişisel davranışlarıyla tam bir Türk dostu olduğunu kanıtlamış ve halkımızın gönlünde taht kurmuştur.
Son zamanlarda, iki ülke arasındaki ilişkiler zaafa uğramış görünüyor. Bunda, Amerika’nın gittikçe azgınlaşan yayılmacı politikasının, küçük devletleri ezme ve sömürme girişimlerinin, sadece kendi çıkarlarını düşünen bir tutum izlemesinin payı vardır.
Türkiye ise maddi olanaklarının kısırlığına rağmen, büyük bir potansiyele ve bağımsızlık konusunda hiçbir ülkede görülmeyen büyük bir moral gücüne sahiptir. İki tarafın bu özellikleri, ilişkilerde sakıncalı durumların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Ancak, iki taraf da birbirlerine katlanma zorunda olduklarının bilincindeler.
Bu tablo içinde, var olan statükonun devamı için, devletini temsil durumunda olan Büyükelçilere büyük görev düşüyor. Amerikan Büyükelçisi Eric Edelman bu konularda Türk halkından kırık not almıştır. Zira, kişilik yapısı nedeniyle, daha Türkiye’ye adımını atar atmaz, halkın tepkisine neden olan tutum ve davranışlarda, olumsuz beyanlarda bulunmuştur. Bu tutumunu hala sürdürmektedir. Deyim yerindeyse boyundan büyük işlere karışmaktadır.
Yeterli diplomatik nezakete sahip olmadığından; ülkemizin iç ve dış işlerine karışır gibi bir izlenim yaratmaktadır. Son günlerde, dış politikamız ve Cumhurbaşkanımızın komşu bir devlete yapacağı ziyaret konusunda talihsiz beyanları olmuştur. Türk Halkı Sayın Edelman’ı sevmemektedir. Onun bu görevde uzun süre kalışı dostluk ilişkilerimizi zedeleyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bu kişiyi “İstenmeyen Adam” ilan edecek bir konuma gelmemelidir. Zira, ilişkilerimiz açısından sakıncalı olur. En iyisi, Amerikan Hükümeti’nin Sayın Edelman’ı ülkesine çağırmasıdır. Bu konuda, Türk-Amerikan Dostluk Cemiyeti’nin bir lobi oluşturması ve iki ülke arasında daha fazla gerginlik yaşanmadan bu konuya çözüm getirebilme çabaıý yerinde olur. Zira, her şeye rağmen Türk-Amerikan dostluğu önemlidir.