Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle
ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceðini
bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu.
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki
mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım saðında O’nu
gördü.
Paşalar O’nun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: ”Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eðildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.
…
Yüzbaşı sordu:
– Saat kaç?
– Beş.
– Yarım saat sonra demek…
…
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
beygirin yanında duran
sarkık, siyah bıyıklı süvari
kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak baktı saatına:
– Beş otuz…
Ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte Büyük taarruz..
Nâzım Hikmet