CUMHURİYET TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ
Dr. Sadık Özen
Ulusumuzu bu günlere eriştiren, Anayasal kurumlarının başlarındaki yönetimsel görevlere getiren, bizleri sahip olduğumuz maddi ve manevi değerlere kavuşturan Cumhuriyetimizin; nasıl ve ne fedakarlıklarla ne pahasına kurulduğunu anımsayabilmek için, özellikle geçen yüz yılda neler yaşandığına kısaca bir göz atmamızın uygun olacağını düşünüyorum.
Durumun iyi anlaşılabilmesi için Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminden başlanmasının uygun olacağı kanısındayım. Bu dönemden sadece kısa özetler verilmesi yeterli olacaktır. Çünkü bunların çoğu bilinen şeyler. Koca İmparatorluk durup dururken yıkılmadı ki.
1453 yılında İstanbul’un fethi ile Ortaçağ’ı kapatan ve Yeniçağ’ı başlatan Fatih Sultan Mehmet Han’dan sonra gelen bazı padişahlar döneminde Osmanlı İmparatorluğu ne yazık ki zaman zaman büyük sarsıntılar geçirmiştir. 1878’da yaşanan I. Meşrutiyet döneminden yeterli sonuçlar alınamayarak, 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle başlayan dönem, 21 Aralık 1918’de Mebusan Meclisi’nin tasfiyesiyle sona ermişir. II. Abdülhamid ve V. Mehmet Reşad bu dönemin sorumlularıdır.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Arnavutlar dil ve eğitim alanlarında standartlaşma isteğiyle okullarda özerk eğitim taleplerinde bulundular. Bununla da yetinmeyerek 1879 yılında İstanbul’daki Arnavut yazarlar ders kitaplarını kendilerini düzenlemeye başladılar. Bulgaristan, Mısır, İtalya, Romanya ve ABD’de yaşayan göçmen Arnavutlar bu ayırımcılık girişimine destek verdiler. O zamana kadar Osmanlı’da, Yunanlılar Ortodoks Arnavutlar’ın eğitimi üzerinde egemendiler. Arnavutlar’ın kendi dillerinde eğitime başlamaları; Yunanlı ve Osmanlılar’ı rahatsız etti ve Arnavutça dilinde eğitimin kaldırılmasını istediler. Sorun 1886 yılında, Konstantinopolis’in Ekümenik Patriği Arnavutça yazma-okuma ile uğraşanları Aforoz etmekle tehdit etti. Rahipler, dualar Arnavutça okunduğunda Allah’ın anlamayacağını savunuyorlardı.
İşin en ilginç yanı Anadolu toprakları üzerinde, kökeni Türk olan insanlarla kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu’nda; Yunanlılar, Arnavutlar ve diğer etnik kökenden gelenler Türkler’e nazaran daha imtiyazlı idiler. Özellikle “Sadıka-i- Tebaa“ adı verilen Ermeniler’e askerlik ve vergi muafiyetleri tanınmakta ve ülke yönetiminde büyük yer verilmekteydi. Dahiliye, Maliye, Posta Nazırlığı’nın başına kendilerine Paşalık rütbesi verilen Ermeni Paşalar egetirilmişti. Türkler ise Padişahın kullarıydı. Çalışan, üreten, devlete vergi veren, askere giden ve savaşlarda ön saflarda yer alarak şehit olan onlardı. İslamiyet’i ilk kabul etmiş olan da Türkler’di. Osmanlı Devleti’nin izlediği politikanın gereği olarak Türk kökenli vatandaşlar tamamen Arap Kültürü altına girmişler ve kendilerine yapılan her türlü dayatmayı kabulleniyorlardı. Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından Türkçe resmi dil olarak ilan edilmiş olmasına karşın, Osmanlı döneminde Arap kültürünün baskısı altında kalan Türkler, Yunanlılar, Arnavutlar, Ermeniler ve diğer etnik gruplar kadar özlük haklarını savunacak cesaret gösterememişlerdi.
Yani Osmanlı’nın “Araplaştırma Politikası” en çok Türkler için geçerli olmuştu. Aynı politika, bütün bu gerçekler bilinmeden ve araştırmaya gerek duyulmadan, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar devam etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşunu ve devrimlerimizi gerçekleştiren Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı düşmanlık derecesine varan kin ve nefret duygularıyla hareket eden günümüzdeki “Yeni Osmanlı Sevdalıları”, bu vatansever insanları dinsizlikle suçlayarak onlara uydurulmuş yalanlar, atılan iftiralar ve temelsiz ithamlarla insafsızca saldırmaya devam ediyorlar. Bunları önlemekle yükümlü olanlar da ne yazık ki onları destekliyor. Çünkü okumuyor, araştırmıyor ve ayrılıkçıların gösterdikleri yolda yürüyor. Cumhuriyeti korumak ve kollamak yerine cumhuriyet düşmanlarına desteklerini sürdürüyorlar.
1908 yılında Manastır’da toplanan Arnavut aydınlar temel öğrenim için Latin Alfabesi’ni seçti.1909 yılına gelince; Tiran ve Elbassan Arnavutları anayasal harekete katılan ilk gruplar arasında yer aldılar. Ancak, Balkanlar’da ulusal sınırlar değişmiş olduğundan marjinalize edilmiş oldular. Yeni hükûmet, Arnavutlar’ın birlik ve direnişini kırmak için İslami dayanışma çağrısında bulundu. Müslüman din adamları onlara Arap alfabesini empoze etmeye çalıştılar. Arnavutlar ise bunu zorla “Osmanlılaştırma ve Araplaştırma” baskısı olarak gördü ve bu kampanyaya teslim olmayı reddetti. Ancak, 1909’da Sultan II. Abdülhamid Arnavutlar’ın taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Bu arada, ortak kararla hareket eden Girit ve Yunanistan 1908 – 1909’da II. Abdülhamit’in zaafından yararlanarak Girit Adası’nı Yunanistan’a ilhak etti.
Bundan sonra olumsuzluklar çorap söküğü gibi birbiri arkasına İmparatorluk yıkılıncaya kadar devam etti. 31 Mart Olayı, 1730 yılında Lale Devri’nin savurganlıkları bahane edilerek çıkarılan Patrona Halil isyanı gibi tamamen irticai bir harekettir. İsyanın büyümesiyle meclis önünde subaylar öldürülmüş ancak 2. Abdülhamit bunları önlemeye ve isyanı bastırmaya yönelik bir tedbir alamamıştır. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Partisi Selanik’te hazırladığı Hareket Ordusu’nu İstanbul’a getirterek İsyanı bastırmıştır. On üç gün süren ayaklanma, II. Meşrutiyet döneminin en önemli olaylarından biridir. Askerî bir isyan gibi ortaya çıkmasına rağmen, bu isyanın arkasında II. Meşrutiyete karşı olan şeriat taraflısı gerici din yobazları vardır. İsyanın ilk günü hükûmet istifa ettirilmiş, isyancı askerler yedi gün süre ile İstanbul’a hakim olmuştur.
Bir milletvekili, bir Nazır ve tespit edilemeyen sayıda asker ve sivilin hayatını kaybettiği isyan, Selanik’te bulunan Üçüncü ve Edirne’de bulunan İkinci Ordulara mensup askerlerin oluşturdukları, Rumeli halkının gönüllü katıldığı Mustafa Kemal komutasındaki “Hareket Ordusu” nun İstanbul’a gelmesi ile bastırılmıştır. Üç gün süren çarpışmaların ardından sıkıyönetim ilan edilmiş ve Padişah II. Abdülhamit tahttan indirilip yerine V. Mehmed Reşad çıkarılmıştır. İsyana katılanlar ve destekleyenler yargılanarak 70 kişi idam edilmiş, 420 kişi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır.
Olay kimi arşiv belgelerinde “Hareket-i irtica”, “Hadise-i irtica”, kimi belgelerde de “Hadise-i ihtilaliye”, “Hareket-i ihtilaliye”, “Harekât-ı iğtişaşiye” ve “Vakıa-i ihtilaliye” tabirleri ile ifade edilmektedir. Türk siyasi tarihine irtica kavramının, bu olay ile birlikte girdiği kabul edilir. Ancak kimi araştırmacılar olayı bir irtica ayaklanmasından ziyade amacına ulaşamayan bir askerî darbe girişimi olarak değerlendirmişlerdir. 31 Mart Vakası’ nda ihtilalciler tarafından öldürülenlerin anısına İstanbul’da Abide-i Hürriyet adıyla bir ulusal anıt inşa edilmiştir.
1908 yılında Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte Osmanlı Devleti’nde yeni bir siyasal yapılanma başlatılmıştı. Buna bağlı olarak; gerek sivil toplumda gerekse ordu içinde oluşan kutuplaşma ve gerginlikler bu isyan ortamını yaratmıştı. İsyanın bastırılmasını sağlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin devlet kademelerinde kadrolaşması politik istikrarsızlığa yol açmıştı. Cemiyet ile ters düşen memurlar görevlerinden uzaklaştırılmış ve cemiyete girilmesi için zorlanmış, girmemekte ısrar edenler tutuklanmıştı. Bu defa da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı çıkılarak yeni bir kargaşaya neden olundu. Esasen XIX. Yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu, çıkan iç isyanlar ve bunlara bağlı kopmalarla büyük bir çöküntüye maruz kalmıştı. Bu isyanlar şu sıra içinde özetlenebilir.
Sırp İsyanları
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması (1812)
Yunan İsyanı
1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması (1829)
Mehmet Ali Paşa İsyanı
Tanzimat Fermanı (1839)
Kırım Savaşı (1853-1856)
93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı). Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması (1878)
Dömeke Savaşı (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı)
Trablusgarp Savaşı (1911-1912)
Balkan Savaşları (1912-1913)
I. Dünya Savaşı (1914-1918) I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı cepheleri
Sevr Antlaşması (1920)
Saltanatın kaldırılması (1922)
Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlayıcı sebeplerin başında “Düyunu Umumiye” adı verilen dış borçlar ve “Kapitülasyonlar” gelmektedir. Kapitülasyonların başında da, işletmesinin verilmesi karşılığında yapımı Fransızlar’a bırakılan “Vagon-Li İşletmesi” gelmektedir. Bir başka yazımda bu konulara da açıklık getirmeye çalışacağım.
Amacımız Osmanlı tarihini tüm yönleriyle ele almak değildir. Aynı şekilde atalarımız konumunda olan insanlara karşı çıkmak da değildir. O dönemde biri onurlandıran, övündüğümüz şeyler de yaşanmıştır. Sadece Osmanlı Devleti’nin nasıl yıkıldığı konusuna açıklık getirmeye çalışıyoruz. Çünkü cumhuriyet düşmanları Osmanlı’nın Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından yıkıldığını öne sürdürmekte ve uydurdukları yalan ve iftiralarla onları karalamaya devam etmektedir. Oysa; Mustafa Kemal ve arkadaşları, Mareşal Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir Paşa, İsmet İnönü, diğer arkadaşlarıyla birlikte birer Osmanlı subayı olarak, Osmanlı Devleti’ni yıkılmaktan koruyabilmek için, savaştığı bütün cephelerde canları pahasına Çanakkale, Yemen, Libya, Filistin, Suriye cephelerinde Osmanlı’yı yıkılmaktan kurtarmak için Fransız ve İngilizler’e, Çanakkale’de ise yedi düvele karşı savaşmışlardır. Buna karşın bu kahraman insanlara karşı yapılan suçlamalar, ithamlar, uydurulan yalanlar, atılan iftiralar çok büyük bir nankörlük ve insanlıkla bağdaşmayan aşağılık hareketlerdir.
Kurtuluş Savaşımız’dan başlayarak 1938 yılına kadar ülkemizde Cumhuriyetimiz ve kuranlara karşı emperyalistlerle işbirliği yapan din yobazlarının çıkardıkları isyan sayısı tamı tamına 31 tanedir. Allah’a şükürler olsun ki bu isyanların tümü devletimiz tarafından bastırılmış, isyancılar da yasalarımız çerçevesinde bertaraf edilmiştir. Şimdi bunların yolunda olanların bölücü ve ayrılıkçı planları ile karşı karşıya bulunuyoruz. 15 Temmuz Kalkışması bu söylenenlerin en çarpıcı örneği olmuştur. Dileriz bundan örnek alınır ve bu soysuzların bertaraf edilmeleri için gerekenler yapılır.