Dr. Sadık Özen
Yıllardan beri bizi Avrupa Birliği’ne alıp almayacaklarının tartışmasını yapar dururuz. Oysa ki, asıl tartışılması gereken şey, bizim bu birliğe girip girmememizin değerlendirilmesi olmalıdır. Bunu yapmak yerine, kendimizi, toplumumuza uygun düşmeyen birtakım özentilere kaptırmamız bu konudaki gerçekleri görmemizi engellemektedir. Bu yüzden, büyük çelişkiler içindeyiz. Bir tarafta, ulusal bağımsızlığımızı bile ipotek altına koyarak Avrupa Birliği’ne girebilme histerisine kapılanlar, bir tarafta da Avrupa’ya kapımızı sonuna kadar kapama görüşünde olanlar. Bu çelişkileri yaratan, konunun gerçekçi bir biçimde ele alınamayışıdır.
Öncelikle, Avrupa ile Türkiye arasındaki benzerlikler ve farklılıklar üzerinde durulması gerekir. Birinci olarak; Avrupa tümüyle Hristiyanlar ülkesi, bizim ise devletimiz laik olmakla beraber halkımızın büyük çoğunluğu Müslüman. Gelenek ve göreneklerimiz açısından aramızda büyük farklılıklar var. Coğrafik durumumuz itibariyle Avrupa’dan çok daha farklı bir konumdayız. Avrupa’yı Asya’ya bağlayan köprü ve geçmişte en büyük medeniyetlerin yaşandığı topraklar üzerindeyiz. Yer altı ve yer üstünde büyük zenginliklere sahibiz. Dünyanın en büyük Bor madeni yatakları bizim. Bir türlü toprak üstüne çıkaramadığımız ve işletme olanağı bulamadığımız zengin petrol yataklarına sahip olduğumuz da kesin. Altın madeni ve Uranyum konusunda da durum aynı. Maalesef, bir İran devleti kadar beceri ve cesaret gösterememişiz. İmkanlarımızı değerlendirmek yerine gözümüzü Avrupa’ya dikmiş duruyoruz. Hortumculuk, yağmacılık ve hayali ihracat skandallarıyla uğraşmaktan bunları düşünmeye vakit bile bulamıyoruz. Biz Avrupa’dan medet umarken, asıl gözü bizde olan Avrupalılar. Sahip olduğumuz tarihi zenginlikler, yeryüzündeki stratejik konumumuz, tarımsal değerlerimiz ve enerji potansiyelimiz iştahlarını kabartıyor. Onların sürdüremedikleri medeniyetlerin üzerinde oturan ve korumacılığını yapan biziz. Bizi kıskanıyor ve bizim olan her şeyi ellerine geçirmek istiyorlar. Çeşitli yalan ve dolanlarla bize yaptıkları suçlamalar, soykırım iddiaları, işkence ve insan haklarını ihlal ettiğimiz çığırtkanlıkları hep bundan. Bir taraftan yurdumuzdaki etnik grupları küçültürken, bir taraftan da bütün dünyada bizi karalama politikasını güdüyorlar. Emperyalizm ve sömürü düzeninin temsilcisi olduklarını unutarak, insan haklarının savunucusu kesildiler. Bizi barbarlıkla suçlayanlar, kendileri gerçek barbarlığın sembolü gibiler. Bunlardan ne köy olur, ne de kasaba. Gölge etmesinler başka ihsan istemeyiz. Birlikleri ve ortaklıkları kendilerinin olsun. Topraklarımıza göz dikmekten vazgeçip, bize dostça baksınlar yeter. Yurtta sulh ve cihanda sulh ilkesine sahip bir ulus olarak, biz de onlara dost elimizi uzatırız.
Kendimizi boş hayallere kaptırmayalım. Bağımsızlığımızın, bizim için her türlü maddi değerlerin üstünde olduğunu unutmayalım. Yeter ki; dürüst olalım, aklımızı başımıza alalım, çalışalım, Türk olmanın gururunu yaşayalım ve ulusal birliğimizi bozmayalım; o zaman biz, Avrupa Birliği ülkelerinin bile önüne geçeriz. Unutmayalım ki; amaçları, çeşitli bahanelerle bizi bölüp parçalara ayırmak ve sonra da her bir parçayı teker teker ellerine geçirmektir. Tarih boyunca yaptıkları budur. Dikkatli olalım, bölünmeyelim ve bunlara fırsat vermeyelim. Biz ulus bir devletiz. Bizde azınlık yoktur. Hepimiz biriz ve tekiz. Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin olanaklarını eşit paylaşan onurlu vatandaşlarıyız.
25 Nisan 2005
Konyaaltı Gazetesi – Antalya