Bir önceki yazımda, ülkemizde,her gün biraz daha olumsuzluk yaratan bu çirkin olaylarýn temelinde bireysel ve toplumsal yozlaşmanın en büyük etken olduðunu vurgulamaya çalýþmýþtým. Yozlaþmaya neden olan þeylerin, ayný zamanda hýrsýzlýk ve kapkaççýlýk olaylarýnýn da kaynaðýný teþkil ettiði tartýþýlmaz. Çok uzaklara gitmeye gerek, þöyle, biraz gerilere dönersek, o günlerde, bugün sözü edilen olumsuzluklarýn bu denli yaþanmadýðýný çýplak gözle dahi görebiliriz. Tabii, o günlerde ve daha önceleri de benzersiz olumsuzluklar vardý. Çocukluðumdan veya gençlik yýllarýmdan anýmsadýðým þeyler var: bunlar, “elekçi”, “kalburcu”, “göz bayýcý”, “falcý” ve “bohçacý” kisvesi adý altýnda, mahalle mahalle ve ev ev gezilerek yapýlan küçük çaptaki hýrsýzlýklardý. Kapkaççýlýk gibi olaylara pek rastlanmazdý. Yaþanan kötü örneklerden ders alýnarak, vatandaþ, hiçbir uyarýya gerek kalmadan, kendiliðinden, gereken önlemleri almasýný bildi. Bu çeþit insanlara geliþi güzel kapýsýný açmadý, çocuklarýna, yakýnlarýna ve komþularýna dikkatli olmalarý için uyarýda bulundu. Bu meslekler de kendiliðinden sönüp gitti.
1950’li yýllarda üçkaðýtçýlýk olaylarý yaþanýrdý. Bunlar, kendilerine kýsa sürede insanlarýn toplanacaðý ve kendilerinin de hemen tüyebileceði mekanlarý seçer, tezgahlarýný orada açarlardý. Bütün sermayeleri, ikisi kýrmýzý biri siyah üç adet iskambil kaðýdý ve birkaç tane de goygoycudan ibaretti. Yere çömelerek tezgah açarlar, “bu karayý al parayý” diye konuþarak gösteriye baþlarlar, etraflarýnda halk toplanýnca da eyleme geçerlerdi. Ýzleyenler, gözleriyle siyah kaðýdýn hangisi olduðunu izler ve bulacaklarýna güven duyarak iþtahlarý kabarmaya baþlardý. Bir, iki, üç denemeden sonra, neredeyse, çevredeki herkes karayý bulacaðýna kesin kanaat getirirdi. Bu arada, yavaþ yavaþ kendi adamlarý devreye girer ve elindeki parayý yerdeki kaðýdýn üstüne koyar, parmaðýný kaðýdýn üstünde tutarak iþi garantiye alýrdý. Üçkaðýtçý, önce boþtaki kaðýtlar açar, ilk açýlan kaðýdýn kýrmýzý çýkýþý herkesi heyecanlandýrýr, ikinci kaðýt da kýrmýzý olunca heyecan doruða çýkardý. Para basýlan kaðýdý ters çevirerek yere vuran üçkaðýtcý, üzülmüþ numarasýyla cebinden çýkardýðý parayý kazanana verir, bir taraftan da bul karayý al parayý diye baðýrmasýna devam ederdi. Derken, sýra çevredeki saf izleyicilerin oyuna katýlmasýna varýrdý. Önce, deneme için küçük bir para basýlýr ve kazanýlýr, kazanýldýkça da iþtah kabarýrdý. Kayýplarýný geri almak amacýyla, her kaybediþten sonra basýlan para miktarý artýrýlýr, zavallý insanlar soyup soðana çevrilirdi. Eðer, iyi bir vole vurulduysa iþ daha fazla uzatýlmazdý. Arka plandaki adamlarýndan birinin çaldýðý polis düdüðü ile bir anda üçkaðýtçýlar toz olur, vurgunu yiyen ise sap gibi ortada kalýrdý. Kenarýnda Ankara Gazi Lisesi’nin yer aldýðý “Hergele Meydaný” üçkaðýtçýlarýn önde gelen mekanlarýndan biriydi. Okul çýkýþýnda onlarý izlerdik. Bir defasýnda, bir devlet memuru, o gün aldýðý maaþýnýn tümünü kaybetmiþ, “anam vuruldum” diye hüngür hüngür aðlayarak kendini yerden yere atmýþtý. Olanlarý görmek bizim için büyük bir ders olmuþtu. Þimdilerde bu mesleðin sürüp sürmediðini bilmiyorum. Ama, sanýrým, büyük üçkaðýtçýlardan böyle küçüklerine sýra gelmiyor olabilir.
Bir zamanlar, mahalle ve sokaklarda yaþanan hýrsýzlýk ve üçkaðýtçýlýk olaylarýnýn; günümüzdeki “üçkaðýtçýlýk”, “hýrsýzlýk”, “soygun”, “vurgun”, hortumculuk” olaylarýna nasýl dönüþtüðünü kendi bilgi, görgü ve muhakememle aydýnlatmaya çalýþacaðým. Sizlerin de bu konuda çok deðerli görüþlerinizin olduðuna inanýyorum. Buyurun, katkýlarýnýzla bunu birlikte yapalým, çorbada sizin de tuzunuz olsun. Ne dersiniz?
Saygýlarýmla…